*Kalkınma ve Azgelişmişlik
Kalkınma ve azgelişmişlik, İkinci Dünya Savaşı sonrası dünyanın en çok
ilgilendiği konuların başında gelmektedir. Dünyanın yaklaşık 3/4’ünü
azgelişmiş diye tanımlanan ülkeler oluşturmaktadır. Kalkınmak,
azgelişmişlikten kurtulmak bu toplumların tüm güçleriyle başarmak
istedikleri bir savaşa benzemektedir.Kalkınma ekonomisi iktisat bilimi
çerçevesinde yeni sayılabilecek bir dal olduğu için, kullandığı
terminoloji konusunda da henüz tam bir fikir birliğine varılabilmiş
değildir. Gerek büyüme, gelişme ve kalkınma gibi kavramların,gerekse
gelişmekte olan, azgelişmiş, gelişmemiş, yoksul, geri kalmış gibi deyim
ya da nitelemelerin kimilerinin açık ve tek anlamlı olarak
tanımlanamadıkları bilinmektedir. Bir iktisatçının dediği gibi, bu
kavramlardan hangisinin nerede kullanılacağı bir yandan kullananın, öte
yandan da onu dinleyen ya da okuyanların duyarlılığına
kalmıştır.Tanımlama dışında başka bir güçlük de azgelişmişliğin
ölçülmesi ve bu konudaki uluslararası karşılaştırmaların
yapılabilmesidir. Ölçümlemede, azgelişmişliğin tanımında kullanılan
yaklaşımlardan hareket edilebilir. Esasen tek bir ölçütle ölçme
işlemini yapmak sakıncalı olabilmektedir.Bu nedenle karmaşık bir
sosyal-ekonomik olgu olan azgelişmişliği birden fazla kıstas kullanarak
ölçmeye çalışmak, hatayı en alt düzeye indirecektir.Ne var ki,
azgelişmişliğin ölçülmesinde hangi kıstas kullanılırsa
kullanılsın,dünyada çizilecek azgelişmişlik haritası, -en azından
uzunca bir süre- büyük ölçüde değişikliğe uğramayacak gibi
görünmektedir.
*Azgelişmiş Ülkelerin Özellikleri
Azgelişmiş ülkelerin ekonomik ve yapısal özelliklerini, ilk olarak kişi
başına düşük gelir, dengesiz gelir dağılımı, tüketim bileşiminde
zorunlu ihtiyaçları gideren malların yüksek payı, tasarruf ve
yatırımların düşüklüğü ile sermaye birikiminin yetersizliği gibi
makroekonomik büyüklüklerden giderek gösterebiliriz.Bu başlık altındaki
ikinci grup özellikler, bu ülkelerin tarım, sanayi ve hizmet
kesimlerinin (sektörlerinin), gelişmiş ülkelerinkinden olan önemli
farklarıyla ortaya konulabilir: Düşük verimlilikle çalışan tarım
kesiminin nüfusta, istihdamda, milli hasılada ve nihayet ihracattaki
önemli payı; sanayi kesiminin yeterince ve dengeli bir biçimde
gelişememiş olması ve son olarak tarım kesiminin ittiği ve ancak
sanayinin ememediği işsiz kitleyi de yapısında barındıran “aşırı”
büyümüş hizmet kesimi.Ekonomik ve yapısal özelliklerin son ikisi, pazar
yapısı ve ikili yapılarla ilgilidir. Bu ülkelerde mevcut pazar
yapısının fiyatların serbestçe oluşmasına, etkin bir rekabetin
işlemesine ve sonuç olarak kıt kaynakların etkin bir biçimde
kullanılmasına olanak vermediği belirgin bir özelliktir. Öte yandan bu
ülkeler ekonomik, sosyal, bölgesel ve teknolojik açılardan da ikili bir
yapı sergilerler. İkilik olgusunun temelinde yapısal değişim sürecinin
yattığı söylenebilir.Azgelişmiş ülkelerin demografik, sosyal, siyasal
ve yönetsel özelliklerini de aşağıdaki gibi özetleyebiliriz: Bu
ülkelerdeki yüksek nüfus artışı, gerek kısa gerek uzun dönemde ekonomik
ve sosyoekonomik açıdan büyük olumsuzluklar doğuran temel bir
özelliktir. Bu ülkelerde beslenme ve sağlık koşulları yetersiz;
kentleşme ve barınma koşulları önemli ölçüde elverişsiz ve
çarpıktır.Azgelişmiş ülkelerde toplumun geleneklerine çok sıkı bağlı
olması, sosyal bütünleşmeyi engellerken modern tekniklerin kullanımını,
özel girişimcilik yeteneğinin öne çıkmasını ve modern işletme
organizasyonlarının kurulmasını önemli ölçüde
engellemektedir.Azgelişmiş ülkelerde kadının toplumda geri planda
kalması, geçim derdinden dolayı eğitim çağındaki çocukların
çalıştırılması sıkça görülen durumlardır.Toplumdaki ekonomik ve sosyal
dengenin en önemli unsuru olan orta sınıfın bu ülkelerde yeterince
ortaya çıkamamış olması kalkınma üzerinde olumsuz etkiler
yaratmaktadır.Azgelişmiş ülkeler sadece okur-yazarlık açısından değil,
genel ve teknik eğitim açısından da, gelişmiş ülkelere göre belirgin
olumsuz göstergelere sahiptir.Son olarak siyasal ortamın halâ istikrara
kavuşmamış olması, sosyal ve ekonomik olumsuzlukların siyasal düzene de
yansıması ve aşırı bürokrasiye boğulmuş, yavaş ve aksak işleyen bir
kamu yönetim mekanizması azgelişmiş ülkelerin tipik özelliklerindendir.
*Ekonomik Kalkınmanın Genel Analizi
Kalkınma kuramı, her şeyden önce milli gelirin zaman içinde nasıl
artacağını, hangi faktörlerin milli gelir artışını belirlediğini ve bu
artış hızının nedenlerini açıklamak zorundadır. Bu durum ise üretim
fonksiyonu analizini gerektirir. Üretim fonksiyonuna, geleneksel üretim
girdileri yanında teknolojik düzey ve sosyokültürel çevre koşullarını
sokarak daha kapsamlı bir üretim fonksiyonu elde etmek olanaklıdır.
Ancak bu geniş kapsamlı üretim fonksiyonunun bazı değişkenlerinin
sayısallaştırılması oldukça güçtür.Üretim fonksiyonunun analizi bize
üretimde kullanılan girdilerle (faktörler) bunların sağladığı çıktı
(üretim) arasındaki teknik ilişkiyi verir. Bu ilişkilerden yola çıkarak
girdi kullanım miktarındaki artışa ya da girdilerin verimliliklerindeki
değişmelere bağlı olarak üretimdeki artış belirlenebilir.Gerek faktör
kullanımındaki gerekse verimlilikteki artışlar bir dizi farklı
değişkenlerin etkisi altındadır. Üretim fonksiyonu analizi çerçevesinde
bu etkenler denklemler sistemine dönüştürülebilir. Bu sistemin
matematiksel çözümü, bize ekonominin büyüme hızını verecektir.Dinamik
bir süreç olan kalkınma dinamik bir analiz gerektirmektedir.Dinamik
analizlerde başlangıç koşullarının saptanması gerekir. Başlangıç
koşullarının zaman içinde göstereceği değişim bunları etkileyen yapısal
parametrelere bağlıdır.Başlangıç koşulları ve yapısal parametreler bir
ülke ekonomisinin geçireceği aşamaları ve yeni ekonomik ve fiziksel
çevreye göstereceği uyumu hem kalite hem de kantite yönünden
belirleyecektir.Ayrıca varolan talep yapısı da üretim yapısının
belirlenmesinde önemli rol oynayacaktır.
*Azgelişmişliği Açıklayan Yaklaşımlar
Azgelişmişlik kuramları içinde ekonomik unsurlardan hareket eden Kısır
Döngü ya da Yoksulluk Kısır Döngüsü önemli bir yer tutar. Nurkse'ün
azgelişmiş ülkeler "yoksul oldukları için yoksuldurlar" ifadesiyle ün
kazanan yoksulluk kısır döngüsünde -öbürlerinde de aynı biçimde belli
bir faktörden başlayıp tekrar ona dönen ve dolayısıyla sistemin kendi
içinde, gelişmeyi olanaksız kılan bir belirleyicilik vardır.Diğer bir
yaklaşım olan Gelişme Aşamaları Kuramı'na göre, toplumlar tarihsel
süreç içinde kalkınmalarını gerçekleştirirken belli başlı beş dönemden
geçerler. Her bir dönemin kalkınmayı başlatan ve ülkelerin Kendini
Besleyen Kalkınma Yoluna girmelerini sağlayan koşulları ve özellikleri
bulunmaktadır.Yapısalcı kuramlara göre ise, azgelişmişliğin temelinde,
bu ülkelerin ekonomik, sosyal ve kurumsal yapılarında ortaya çıkan
aksaklık ve bozuklar yatmaktadır.Bağımlılık yaklaşımının taraftarlarına
göre, her ne kadar sömürgeci ülkeler kendi çıkarları doğrultusunda,
azgelişmiş ekonomilerin ihracat kesimini ve kimi altyapı alanlarını
kurup geliştirmiş iseler de, bu iyileştirmenin yararları sömüren ülkeye
aktarılmıştır. Azgelişmiş ülkeler sanayileşmemiş ve geri kalmış
ekonomiler olarak bırakılmışlardır.Azgelişmişlik olgusunun açıklanması
amacıyla demografik unsurlardan hareket eden yaklaşım, bu ülkelerdeki
hızlı nüfus artışı, yüksek bağımlılık oranları ve bunların doğurduğu
sorunları temel almıştır. Sanayileşmiş ülkelerin hemen tümünün
deneyimleri, sanayileşme ve gelişmenin nüfus üzerinde önemli etkiler
yarattığını göstermektedir. Buna karşın ağır nüfus baskısının ve bunun
doğurduğu sosyoekonomik sorunların,azgelişmiş ülkelerin çözmek zorunda
oldukları temel sorunlardan olduğu
göz ardı edilemez.Kalkınma sadece ekonomik değil, en az onun kadar
önemli sosyokültürel süreçleri de içerir. Sosyokültürel yaklaşımlardan
ikilik görüşü, özellikle sosyal ikilik modeli, azgelişmiş ülkelerin
biri yerli, öteki ithal iki sosyal sistemden oluştuğunu ileri sürer. Bu
kuram, dayandığı kimi varsayımların tüm azgelişmiş ülkeler için geçerli
olamayacağı ya da çok abartılı olduğu gerekçesiyle önemli eleştiriler
almıştır.Azgelişmiş ülke insanının psikolojik-düşünsel yapısından
kaynaklanan davranış biçimi de azgelişmişliğin açıklanmasında
kullanılmaktadır. Buna göre, azgelişmiş ülke insanları gelişmiş
ülkelerin 18. Yüzyıldan bu yana yaşadıkları akılcı-iktisadi davranış
sistemine yabancı kalmışlardır. Bu arada azgelişmiş toplumlarda egemen
olan sosyal değer yargıları ile dinsel inançların da gelişme üzerinde
etkileri olduğu ileri sürülmüştür. Ancak bu iddiaların tek başına bir
neden-sonuç ilişkisi yaratmış olacakları tartışmalıdır.Son olarak
coğrafi-iklimsel yaklaşımlara baktığımızda, azgelişmişliği sadece doğal
koşullarla açıklamaya çalışmanın pek yerinde olmayacağını hemen ifade
etmeliyiz. Kaldı ki, kalkınmanın itici gücünün doğal koşulardan çok,
insan kaynağıyla, eğitimle ve doğal olumsuzlukları ortadan kaldıran
teknik bilgiyle daha yakından ilgili olduğu açıktır.
*İktisadi Kalkınma ve Sermaye Birikimi
Sermaye birikimi, kalkınmanın can damarı olarak görülür. Sermaye
birikimi, yalnızca tasarruf ve benzeri yollarla beslenen sermaye arzı
ile açıklanamaz. Arz yanında sermaye talebinin, özellikle azgelişmiş
ülkelerde büyük bir önemi vardır.Bu arada, belirli bir kalkınma
düzeyine varabilmek için ne kadar sermaye gerekeceği, daha teknik
deyimle her yıl milli geliri belirli bir oranda artırmak için, bu
gelirden ne kadarının tasarruf edilip yatırımlara dönüştürüleceği de
önemlidir. Bu sorunun yanıtını basit fakat çok kullanışlı bir
araç olan sermaye-hasıla katsayısı yardımıyla verebiliriz.Azgelişmiş
ülkelerde öne sürülebilecek kısır döngülerden biri de, bilindiği gibi
sermaye talebiyle ilgiliydi. İşte bu döngüyü oluşturan faktörlerden en
önemlisi, girişimcilerin yatırım yapma istek ve eğilimini zayıflatan
pazarın küçüklüğü’dür. Teknik, yönetsel, kurumsal, sosyal ve psikolojik
etkenler yanında, pazarın darlığı sermaye talebinin de çok düşük
olmasına yol açmaktadır. Öte yandan, pazar darlığının nedenleri olarak
para politikasını, nüfusu, ülkenin yüzölçümünü ve gümrükleri
sayabilirsek de, birincil unsur üretim sürecinde görülen düşük
verimliliktir. Bunun nedeni ise, üretimde yoğun sermaye kullanılmıyor
olmasıdır. Başka bir deyişle,özel girişimcilerin yeterli ölçüde sermaye
yatırımlarına gitmemeleridir.Bu nedenle kısır döngü, ancak bilinçli,
tutarlı ve kapsamlı bir yatırım hamlesini içeren kalkınma
politikalarıyla kırılabilecektir.