Ben öldüm galiba!
Mezbahadan et taşıyan bir tırın sabahın erken saatlerinde yüklenip bir
an önce yola çıkması gerekiyormuş. Işe sabahın kör vakti gelen işçiler,
tırı yüklemeye başlamışlar. Alelacele işi bitirmişler. Tırın şoförü
arkadaki soğuk hava deposunun kapısı kapatılır kapatılmaz yola çıkmış.
Ancak son eti çengele takmaya uğraşan işçinin içeride kaldığını kimse
farketmemiş. Uyku sersemi olan işçi de başına gelen korkunç şeyi, ancak
tır hareket edince farkedebilmiş. Tır hiç durmadan 8 saat yol
alacağindan, arkadaşları kaybolduğunu farketmezlerse donarak öleceği
kesinmis.
Bir süre duvarları yumruklamış ama sesini duyuramayacağını biliyormuş.
Bir süre sonra üşümeye başladığından hareketleri yavaşlamış ve bir
kenara çöküp ölümü beklemeye başlamış. Oturup kaçınılmaz sonunu
beklemeye başlamış ve cebinden çıkardığı kağıt kaleme yazmaya başlamış.
1. saat: çok üşüyorum; 2. saat: her yerim uyuşuyor; 3. saat: ayaklarımı
hissetmiyorum; 4. saat: donarak ölmek istemiyorum, kalemi tutucak gücüm
kalmadı, ellerim dondu...
Tır etleri teslim edeceği yere geldiğinde şöförü dondurucunun kapısını
açınca içerisinin soğuk olmadığını farketmiş. Sabah yola çıkarken
aceleden dondurucuyu çalıştırmadığını hatırlayan şoför, lanetler
okurken köşede büzülmüş yatan işçiyi görmüş. Adamın uyuyakaldığını
sanan şoför, işçiyi sarstığı halde uyandıramamış.
Polis olaya el koymuş, şoför tutuklanmış. Bir müddet sonra adli tabip
raporunda işçinin ölüm nedeni vücut ısısının hızla düşüşü olduğu
açıklanınca temize çıkmış. Meğerse talihsiz işçi psikolojikman
ölmüşmüş.
Allahsız Osman
İstanbul'da 1800'lü yıllar... O zamanın ünlü kabadayılarından
Ustura Kemal ve arkadaşları, Karacaahmet Mezarlığı'nın karşısında bi
evin bahçesinde çilingir sofrası kurmuşlar. İçki masası muhabbeti tüm
hızıyla devam ederken laf dönüp dolaşıp mezarlık ve ölü konusuna
gelmiş. İçinde zırnık Allah korkusu ve vicdan bulunmadığını iddia
ettiği için lakabı Allahsız Osman olan bir kabadayı, "Ulan ölü ne ki
be?! Sen sağ olanlardan kork, ölüden kimseye zarar gelmez" demiş.
Ustura Kemal da muhabbeti koyulaştırmak için, "Ulan Osman, madem ölüden
korkmuyosun, gel şunu iyiden iyiye ispatla bize" diye dalga geçmiş.
Allahsız Osman bunu nasıl yapacağını sorunca, Ustura Kemal, "Aha şu
karşıdaki Karacaahmet mezarlığını görüyosun. Madem Allah'a inanmaz ve
ölüden korkmazsın, bu gece 12'de mezarlığa girip sana vereceğimiz
kazığı mezarlığa içinde bi yere çak. Sabah biz gidip, kazığın orada
olup olmadığına bakarız. Eğer orada bi kazık varsa seni takdir ederiz"
demiş. Allahsız Osman aslında, gece mezarlığa girmek bi yana, yanından
geçerken bile Türkü söyleyen bi adammış. Ama yiğitliğe leke
süremeyeceğinden, "Peki ama siz de benimle gece gelip, mezarlık
çıkışında bekleyeceksiniz" demiş. Zaten bu konuşmalar akşam saatlerinde
yapılıyomuş, gece yarısı kalkıp Karacaahmet Mezarlığı'na gitmişler.
Osman, gece karanlığında mezarlığın büyük kapısından içeri girmiş.
Herkesin Allahsız Osman olarak bildiği o cesur (!) kabadayı, mezarlığın
içinde salavatlar getirerek bi elinde kazık, bi elinde çekiç ilerlemiş.
Bi mezarın yanına geldiğinde alelacele eğilip kazığı yere çakmış.
Korktuğu için de hemen or'dan uzaklaşmak istemiş. Ama bi'şey, giydiği
setrenin, (o zamanlar erkeklerin giydiği uzunca eteği olan bi tür
giysi) ucundan tutmuş. Allahsız Osman vargücüyle, "İmdaaat! Ulan yardım
edin. Ölü beni tutuyooo" diye feryat etmiş ama kendinden epey uzakta
olan arkadaşlarına sesini duyuramamış. Bağıra çağıra mezarın üzerine
yığılıp, kalp krizinden oracıkta ruhunu teslim etmiş.
Uzunca bir süredir mezarlığın dışında bekleyen arkadaşları, Allahsız
Osman'ın kendilerine oyun oynayıp, mezarlığın öteki kapısından
çıktığını düşünüp dağılmışlar. Ertesi sabah ise, Ustura Kemal ve
arkadaşları kazığın çakılı olup olmadığına kontrol için Karacaahmet
Mezarlığı'na gelmiş. Bi bakmışlar ki, Allahsız Osman, kazıkla beraber
setresinin ucunu toprağa çakmış durumda, bi mezarın üzerinde cansız
yatıyomuş
Cin Fikirli Mahkum
Amerika'da, müebbet hapis cezasına çarptırılan bi adam, sabah akşam
hapishaneden kaçmanın yollarını düşünüyomuş. Bi gün bahçede volta
atarken gardiyanların bi tabutu cenaze arabasına yüklediğini görünce
nihayet aylardır aradığı fikri oracıkta bulmuş. Burası büyük bi cezaevi
olduğu için her hafta mutlaka 2-3 kişi Tanrı'nın rahmetine kavuşuyomuş.
Mahkum, gardiyanlardan birine, cenaze olduğu bi gün tabuta konularak
kaçırılması karşılığında epey yüklüce para teklif etmiş. Gardiyan
korktuğundan başta biraz mızırdanmış ama sonra paranın cazibesine
kapılıp kabul etmiş. Gardiyan adama, gece cenazelerin bekletildiği
yerin anahtarından yaptırıp vermiş. İlk cenazede adam tabutun içine
girecekmiş. Cenaze defnedildikten sonra da, gece gardiyan gelip adamı
mezardan çıkaracakmış.
Plan aynen uygulamaya konmuş. Kaçma ateşiyle yanıp kavrulan mahkum
ölüye aldırmadan sıkış tepiş tabutun içine girmiş. Sabah da gardiyanlar
tabutu cenaze arabasına yüklemişler ve mezarlığa götürüp laf olsun diye
yapılan bir dini törenle gömmüşler.
Mahkum tabutun içinde sabırsızlanarak gardiyanın gelip onu çıkarmasını
bekliyomuş. Epey vakit geçtiği halde gelen giden olmayınca biraz biraz
endişelenmeye başlamış. Bayağı bi zaman geçip de hala gelen olmayınca
bizimki hafiften tırsmaya başlamış. "Acaba kendim çıkabilir miyim?"
diyerek etrafı araştırmak istemiş. Cebinden zar zor çakmağını çıkarıp
yakmış. Tabutun üstünü incelerken gözü bi an yanındaki ölüye takılmış.
Ve o an donup kalmış! Yanındaki ceset anlaşmayı yaptığı gardiyanmış!