Figen Çiftçi
Bugünlerde
değişik bir his var içimde. Bir susamışlık var, bir hasret var. Bir
namaz, bir örtü yetmiyor bana, doyurmuyor beni. Dünyanın faniliğini
düşündükçe sıkılıyor içim.
Yunus gibi yaşamak istiyorum, Yunus
gibi olmak... Ah! Yunus�um. Sırtında heyben, ayağında çarığın,
kalbindeyse Allah�ın. Sana yetti de arttı değil mi? Başka hiçbir şey
istemedin. Ne güzelsin, Yunus�um.
Yunus gibi yaşamak istiyorum.
Ne doğru dürüst elbisem olsun, ne bir öğün karnım doysun. Ne sıcak bir
evim. Kalbimde Allah�ım, dilimde Allah�ım. Her ne yapıyorsam O�nun için
yapayım. Bir adım atıyorsam, O�nun için atayım. Bir nefes alıyorsam
O�nun için alayım, işte bunu istiyorum ben...
Ama dolabımın
kapağını bir açıyorum, bir sürü kıyafet. Midem bir öğün aç kalınca
nefsimi dinliyorum, hep şikâyet, hep şikâyet. Kalbimi dinliyorum,
dünya, dünya diye atıyor. Bir günümü gözden geçiriyorum. Nefsimin
istekleriyle dolu. �Sen kim, Yunus gibi olmak kim deli kız� diyorum,
kendime.
Sen kim, Yunus kim?
�..
Yunus Emre�nin köyündeyiz...
Mezarına yakın bir yerde bir park yapmışlar onun adına; �Yunus Emre Sevgi Parkı.� İçinde hiç ağaç yok, sadece birkaç fidan...
Yunus�um,
bu kadar mıydı ektiğin sevgi fidanları? Hani nerede asırlar öncesinde
gözyaşlarınla suladığın çınar ağaçları, selviler, sümbüller... Nerede
Yunus�um?
Kopardılar değil mi, kesip attılar hepsini... Bir
rüşeym bile bırakmadılar. Sevgi tohumları toprağın altında kaldı ve bir
türlü çıkamadı değil mi yeryüzüne? Yunus�um kime anlatayım derdimi..?
Kime?
Beton duvarlarla çevirmişler parkın etrafını. Senin sevgin
bu kadar mıydı, Yunus�um? Bir taş duvarla önünü kesebilecek kadar
mıydı? Küçük, sessiz, soğuk bir park. Hayır, hayır bu sana yaraşmaz
Yunus�um...
Şu duvarla senin sevgine set yapacaklarını mı
sanıyorlar? Bu sevgi, taşları deler! Bu sevgi, toprağı yarar! Bu sevgi,
semaya çıkar! Sen üzülme, sen üzülme Yunus�um! Çin Seddi�ni de dikseler
sevginin selini kesemezler. Sen üzülme Yunus�um�
Oh şükürler
olsun... İşte sana biraz daha layık bir yer... Aman Allah�ım, ne kadar
huzurlu, ne kadar sakin. Yeşillikler, ağaçlar, çiçekler ve Senin
mezarın. Evet, burası �Sen� kokuyor, sevgi kokuyor Yunus�um...
Su
fıskiyeleri koymuşlar etrafa. İşte bak senin gözyaşlarını dağıtıyor
dört bir yana. Toprak onunla kanıyor. Çimenler onunla kanıyor. Ben
onunla kanıyorum. Seni duyuyorum, Yunus�um...
Annem ve babam
mescidde namaz kılıyorlardı. Ben de namaz kıldım ve o güzel mekânı
dolaştım, ağladım. Her yerde onu aradım. Müzeleştirilmiş bir küçük
binaya takıldı gözlerim. Yaklaştım, pencereden içeriyi izlemeye
başladım.
İşte, işte onun çarığı, onun heybesi, onun hırkası,..
Kapıyı yokladım. Açıktı ve kimsecikler yoktu. Adeta bir şeyler içeri
çekiyordu beni. Usulca içeri girdim. Duvarda asılı duran hırkaya
dokundum usul usul. Ve o anda içeriyi çok güzel bir koku kapladı. Çok,
hem de çok güzeldi. Ve sanki sırtımda bir el! İrkildim... Döndüm...
Yunus, evet Yunus�tu.. Sırtında torbası, elinde asası ve gözünde yaşıyla Yunus...
Tebessüm
ediyordu bana. O çile dolu bakışlarıyla tebessüm ediyordu. Belli ki
yükü çok ağırdı, çünkü aşk doluydu torbası. Evet, yükü çok ağırdı;
sevgiyi anlatma yükü...
Mahzun, mahzun bakındı ve bana şunu diyordu sanki:
�Dövene elsiz gerek
Sövene dilsiz gerek
Derviş gönülsüz gerek
Sen derviş olamazsın.�
Doğru söylüyordu Yunus�um. Ben derviş olamazdım. Onun gibi sevgiyle dopdolu değildim.
Ellerini öpmek, ona dokunmak istedim. Ama kayboldu, buğulu gözleri kurumadan kayboldu...
Annemle
babam arabada beni bekliyorlardı. Koştum yanlarına gittim. Arabaya
bindiğimde burnumda hala o koku vardı, kafamda o güzel düşünceler,
dudaklarımda o güzel mısralar.