RAL_F_ERNANDO Moderatör
Zodyak : Mesaj Sayısı : 166 Yaş : 36 Nereden : Bursa İş : Ultra Yüksek Lisans Kayıt tarihi : 15/10/09 Rep Puanı : 0 Rep Puanı : 496
| Konu: An Education 3 dalda Oscar'a aday Perş. Şub. 25, 2010 2:12 pm | |
| An Education 3 dalda Oscar'a aday
|
Bu hafta Sine-kritik'te 3 dalda Oscar adayı "An Education" filmi var.
Ali Buhara Mete: An Education, en iyi görüntü yönetmeni, en iyi uyarlama senaryo ve en iyi kadın oyuncu kategorilerinde toplam 3 dalda Oscar adayı bir İngiliz filmi. Filmi ilk seyrettikten sonra bende uyandırdığı ilk his senaryosunun romana benzeyişiydi. Roman olarak keyifle okunabilir bir edebi eser ancak sinematogafik anlamda yapılan uyarlamayı temposu açısından ritmik bulmadım. Filmin biraz ağır ilerlediğine katılır mısınız? Siz uyarlama bir metin olarak hantallıktan kotarılmış bir senaryo buldunuz mu?
Öktem Başol: Bu filmde bence en önemli eksikliklerden birini söyledin aslında. Filmde bir hantallık var. Önemli olan o hantallığın neyden kaynaklandığını görebilmek. Filmdeki hantallığın birkaç tane nedeni var. Her şeyden önce karakterlerin ilişkisinin gelişmesi başlaması çok hoş oluyor fakat birbirleri hakkında bir şeyler öğrenmeleri süreci uzuyor. Oradaki dış engeller fazla, karakterler birbirlerini çabuk sevmeye başlıyorlar. Karakterler birbirleriyle herhangi bir çatışma yaşamıyorlar. Çok çabuk birbirlerini seviyorlar ve doğrudan dış engeller başlıyor. (aile gibi) Fakat ailenin veya muhafazakar bir çevrenin dış engel oluşturduğu senaryolar melodrama yakındır. Melodramatik senaryolara yakındır.
A.B.M: Aslında bu noktada yönetmenin filmdeki tercihlerinden birisi de birçok duyguyu hayatta olduğu gibi işliyor olmasıydı. Kızın uğradığı hayal kırıklığını melodrama dönüştürmeyerek büyük oynamıyor.
Ö.B: Aslında melodramı dramdan ayıran en önemli faktörlerden biri karakterlerin aktivitesiyle alakalı. Burada iki tane çok ciddi sorun var. Kızın uğradığı hayal kırıklığı çok çabuk çözülüyor. Çok çabuk iyiliğe doğru gidiyor. Çünkü onun da bir tane çok önemli nedeni var. Kızın uğradığı hayal kırıklığı çok büyük değil. Yani kız gerçekten çocuğu çok çok sevip sonra çocuğun çok önemli bir hırsız olduğunu öğrenseydi o zaman kızın uğrayacağı hayal kırıklığı çok daha büyük olacaktı ve buna göre bir hareket belirleyecekti. Bu meldoram değil bu bir çatışma ama burada çocuk kötü bir adam değil ki. Evet çocuk çalıyor çırpıyor ama kötü birisi değil.
Çatışma ve engel yok
A.B.M: Zaten çocuğun tepkilerinden özünde iyi birisi olduğunu seyirciye veriyor senarist... David karakterinin motivasyonunu ve Jenny ile olan ilişkisi yarım kalıyor... Bu bilinçli yapılmış bir tercih mi? Jenny'nin daha çok babasıyla olan ilişkisine vurgu yapmak adına es geçilmiş olabilir mi?
Ö.B: Orada bahsettiğim kafa karışıklığı var. Yani aslında bu iki karakterin dış etmenlerle rahatsız olmaları durumunu bırakıp, kaldı ki onlardan da rahatsız olmuyorlar aile çok memnun bu çocukla olmasından
A.B.M: Evet engel de değiller
Ö.B: Zaten kız da bir engel değil, burada aslında gerçekten kötüye giden bir şey var o da kızın Oxford'a giremeyecek olması ona da giriyor dolayısıyla hiçbir problem yok filmde. Problemsiz olarak ilerliyor ve problemsiz bitiyor. Sadece birazcık ağızda sürekli tatsızlık bırakıyor sanki bir problem olacakmış sanki problem derinleşecekmiş gibi... Ama bunlar olmadan film bitiyor.
Senaryo hantal
A.B.M: Anıdan alınmış olması da fazla gerçekçi yapmış sizin de vurguladığınız çatışma ve engellerin ortadan kalkması filmi biraz naif kılıyor
Ö.B: Tabi son derece naif duruyor ve o yüzden de zaten herhangi bir popüler sinama dergisini açtığınız zaman 2 yıldız alıyor. Halbuki bu 4 yıldız alması gerken bir film bunu örnek olarak söylüyorum. Çok daha başka şekilde kotarılması gereken Oscar adayı bir film. Bunun en önemli nedeni nedeni senaryodaki hantallık.
A.B.M: Özellikle kadın merkezli bir paradigmayla çekilen filmde kadının toplumdaki yeri net bir şekilde sorgulanmakta. Lynn Barberr'ın anısından yola çıkarak yazılan filmdeki tema hayatla eğitimin arasındaki çatışma. Kız iyi bir eğitim almakla hayatı yaşamak arasında gidip geliyor. Filmin sorunsalı hakkında neler söylersiniz? Eğitim de şart yaşamak da şart değil mi
Ö.B: Evet bunu anlatıyor aslında tema olarak. Sinemanın kendine özgü bir dili vardır ve bu dil bizim entellektüel bağlamda konuşacağımız gerçekçiliğe uymayabilir. Yani sinemada bazen didaktik olmadan karşıtlıkları, çatışmaları sivriltmek lazım. Gerçekten hayata dalan bir kızın gerçekten okuyamadığını daha doğrusu çok kötü notlar almaya başladığını veya gerçekten okuyan bir kızın hayatta gerçekten çok başarısız ve mutsuz olduğunu göstermek, sivriltmek lazım. Bu kötü bir şey değil sinemanın dili onu gerektiryor. Çatışma ve kontrast denen şey de onu gerektiriyor.
A.B.M: David denen adamın hırsızlığını çok fazla görmüyoruz. Onun dışında filmde çatışma yaşanmıyor. Kız çok kolay ikna oluyor mesela. İdealist bir kız aslında. Kendi içide mantıklı ama çok kolay ikna oluyor. Bu eksiklikler belki de filmi hantallaştırıyor.
Ö.B: Kolay ikna oluyor çünkü kötü bir adam değil. İkna olmasının sebebi o..
Hayatımda ilk kez böylesini gördüm
A.B.M: Filmde engel çatışma yok, sizle sohbetlerimizde karakterlerin çok ortada karakterler olmaması gerektiğini söylemiştiniz. Filmdeki tiplemeler uç noktalarda olan karakterler değiller.
Ö.B: Hem aşırılıkları yok hem verdikleri tepkiler de yeterli değil. Orada bizi melodramdan ayıran en önemli faktör karakterlerin birer tepki vermesi ve o tepkilerin de tam tabiriyle sinematografik olması aslında. Bu arada yönetmenin daha önceki filmi Italian for Beginners biraz aynı dili ve atmosferi taşıyordu. Aynı şekilde birkaç karakterin kroniğini anlatıyordu ama burada bir karakterler sonuna kadar gidiyordu. Çok daha derindi onun da en önemli nedeni burada kendi yazdığı bir filmi çekmişti. Burada Nick Hornby'nin senaryosunu çekti. Lone Scherfig'in kendi senaryosu çok daha iyi. Ben ilk defa böyle bir örnek görüyorum hayatımda, genelde tam tersi olur. Biriyle çalışırlar iyi olur sonra kendi senaryolarını yazarlar kötü olur. Hayatımda ilk defa bir yönetmenin kendi çektiği filmin senaristik açıdan daha iyi olduğunu ve başkasına yazdırdığı filmin daha kötü olduğunu görüyorum. Hayatımda gördüğüm ilk örnek.
Filmin görseli çok güzeldi
A.B.M: Görsel açıdan mizansenler çok keyifliydi, Paris sahneleri ve filmde kullanılan farklı planlar sizin de dikkatinizi çekmiştir.. Sizce Oscar alabilecek bir görüntü yönetmenliği var mıydı? Görüntüler dekorlar çok temiz geldi bana..
Ö.B: Görüntüler temizdi bir de 1961 İngilteresini anlatıyor. 1961'de tam Beatles öncesi cinsel gelişim öncesi İngitere'yi yansıtıyor ve onu da gayet güzel bir şeklide anlatmış. Ne çok didaktik ne de kötü aşırı yasakçılığa vurgu yapan bir aile görüntüsüyle ne de çok açık sürekli birşeyler yapmak peşinde olan kızlara odaklanarak vermeye çalışmış. İkisinin ortası, o tadı, atmosferi beğendim onları görüntüyle pekiştirmiş. O dönemi yansıtabilmek zor bir şey çünkü en zor iş aslında yakın tarihi yansıtabilmektir. Uzak tarihi dekor yaparsın bir şekilde danışman vardır falan ama yakın tarih çok pistir çünkü aynı mekanları açık mekanda çekmen gerekli. Aynı mekan mesela Türkiye gibi bir yerde çekemezsin çünkü o kadar değişmiş bir şey ki oradaki zorluk oralar değişmiyor ama o atmosferi verebilmek için tam o zamanı hissettirmen lazım, yağan yağmurla bile... Filmin görüşü görsel olarak çok güzeldi.
Carey Mulligun Oscar'ı alabilir
A.B.M: En iyi kadın oyuncu dalında aday gösterilen Carey Mulligan'ın performansı Oscar'ı kucaklayabilir mi?
Ö.B: Ben çok beğendim, alacağına inanıyorum. Büyük bir sürpriz yapabilir. Sürpriz olacaktır Oscar'ı alması. Alamayadabilir ama en azından kendini kabul ettireceği kesin, çok garip bir havası var. Yarı çocuk yarı yarı kadın gibi... Genellikle bir oyuncunun en büyük görsel kalitesi odur. Julitte Bincoch'u kasiyerken bulan Andrea Teshine, Juliette Binoche için hayatımda gördüğüm en iyi oyuncu, görsel olarak çok basit bir nedeni var: Kadın gibi bir vücut çocuk gibi bir surat diyordu. Hem çocukluğu hem kadınlığı çocukluğun saflığıyla kadınlığın seksiliğini birleştirmek çok zordur fiziki olarak. Çünkü sadece fizik olarak değil onu hareket olarak da birleştirebilmek çok zordur. Çünkü çocuksu vücudu veya görselliği olan insanlar haraket olarak da çocuksu hareketler yapabilir o da itici gelebilir insanlara. Ya da tam tersi aşırı kadınsılık kadını gereksiz bir vamp haline getirebelir. Dolayısyla o role çok uygun bir kızdı ve gayet başarıyla yapıyordu. Fransızcası da çok güzeldi.
Müzikler iyiydi
A.B.M: Filmin müzikleri arasında Julitte Greco, Brenda Lee, Beth Rowley'den Ray Charles'a kadar geniş bir oldies müzik yelpazesi var. Müziğin kullanımı ve filme olan entegrasyonu sizce iyi miydi?
Ö.B: Bence çok iyiydi. Bir de plak meselesi var. O zamanlar plak dinlendiği için plak nostaljisini ben özellikle çok seviyorum plak koleksiyoncusu olduğum için. Bir de Julitte Greco'nun çok güzel bir şarkısını seçmiş 'Sous le ciel de Paris' ve çok da güzel okur onu Greco. Her şarkıyı çok güzel okumaz. Ve kız da çok güzel mırıldanıyor o şarkıyı...
A.B.M: Okuyucularımız için filmi değerlendirir misiniz?
Ö.B: Ben bu filmi özellikle izlemelerini tavsiye ediyorum. Oscar adayı çünkü bu film, Oscar adayı olan bütün filmleri izlemelerini tavsiye ediyorum. Kendi adaylarını belirleyip kendi en iyilerini belirleyebilmeleri için. Bir de kızın oyunculuğu için, Carey Mulligun o dönemi çok iyi yansıtıyor. Ama senaryoda da hantallık olduğunu bilerek çok da akıcı bir film beklemeden gitmek gerekli ama ilginç bir film...
Röportaj: Ali Buhara METE Senaryo doktoru: Öktem BAŞOL
|
| |
|