Hz. Peygamber s.a.v. efendimizi ziyaret etmenin lüzum ve önemi 14
Mehmet Talü
araştırmacı yazar
İşte bu görüşme esnasında, Ebu Lübâbe, yahudîlere teslim oldukları
takdirde, kendilerine verilecek cezayı yani bunun kılıçtan geçirilmek
demek olduğunu anlatmak için eliyle boğazını işaret etti. Fakat daha
sonra pişman oldu ve bu davranışıyla ALLAH Teâlâ'ya ve Resûlüne ihanet
ettiğini düşünerek Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimizin yanına uğramadan
mescide gidip kendisini bir direğe bağlattı.
Affedildiğine dair âyet nazil oluncaya ve bizzat Hz. Peygamber (S.A.V.)
efendimiz tarafından çözülünceye kadar altı, bazı rivayetlere göre
yedi, sekiz, on veya onbeş gün yeyip içmeden direğe bağlı olarak kaldı.
Namaz vakitleri ile def-i hacet gibi zaruri durumlarda kızı bağını
çözmüş, işi bitince tekrar bağlamıştır. Sonra tevbesi kabul edilmiş ve
bağını Resûlulah (S.A.V.) efendimiz çözmüştür.
Affedildikten sonra Benî Kurayza'ya komşu olan mülkünün tamamını sadaka
olarak vermek istediyse de Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimiz bunun ancak
üçte birini tasadduk etmesine izin verdi.
Ebu Lübâbe'nin kendisini bağlattığı direğin yerindeki sütuna halen
"Üstüvânetüt-tevbe = tevbe direği"; "Üstüvâne-i Ebî Lübâbe = Ebu Lübâbe
Sütunu" denilmektedir.
Hannâne direği: Mescid-i Saâdette, minber yapılmadan önce Resûlullah
(S.A.V.) efendimiz hutbeyi mihrap civarında bulunan hurma ağacından bir
direğe dayanarak okuyorlardı. Daha sonra Hicretin sekizinci senesinde
minber yapılıp hutbelerini minber üzerinde okumaya başlayınca, Hz.
Peygamber (S.A.V.) efendimizin bu ayrılışından dolayı bu mübarek direk,
bir hârika olarak inleyip ağlamakla bir ses çıkardı. Merhamet dolu
Resûlullah (S.A.V.) efendimiz minberden inip onu kucaklayıp eli ile
mesh ettikten sonra hazin inleyişi, ağlayışı kesilmiştir. Hasan-ı Basrî
Hazretleri sık sık bu hâdiseyi anar ve:
- Bize yazıklar olsun ki Resûlullah (S.A.V.) efendimizin muhabbetinde
bir ağaç kadar olamadık, derdi. Bu kütüğün bulunduğu yerdeki sütuna
"Üstüvâne-i Hannâne= Ağlayan sütun" adı verilmektedir. Halâ nişanesi
mevcut olan bu direk, Resul-i Ekrem (S.A.V.) efendimizin emri ile
minberin altına defnedilmiştir.
Minber
Mescidde önceleri bir hurma kütüğüne yaslanarak cemaate hitap eden
Resûl-i Ekrem (S.A.V.) efendimiz için Hicretin 7 (628) veya 8. yılında
ılgın ağacından iki basamak ve bir oturma yerinden ibaret bir minber
yapılmıştı. Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimizden sonra halifeleri
kendisine hürmeten minberin en üstteki üçüncü basamağına
oturmamışlardır. Emevîler döneminde minbere altı basamak daha ilâve
edilmiştir. Önceleri ahşaptan olan minberin yapımında daha sonra taş ve
alçı, 16. yüzyıldan itibaren de mermer kullanılmıştır. Memlûk Sultanı
Kayıtbay'ın 1483'te gönderdiği mermer minber, daha sonra Mescid-i
Kuba'ya nakledilerek yerine Osmanlı Sultanı 3. Murad tarafından 1590'da
armağan edilen mermer minber konulmuştur. Osmanlı Selâtin camilerinde
benzerleri görülen, üzerinde zarif altın tezyinatlı kubbenin yer
aldığı, yaklaşık 7 m. yüksekliğindeki bu minber, süsleme ve tezyinat
bakımından bir şaheser olup halen Hz. Peygamber (S.A.V.) efendimizin
mihrabının sağında ve minberinin yerinde durmaktadır.