Bütün kaynakların ittifakla belirttikleri, Kâinatın Efendisinin yirminci dedesine kadar uzanan neseb silsilesi şöyledir:
"Muhammed (a.s.m.), Abdullah, Abdülmuttalib (asıl ismi Şeybe), Hâşim,
Abd-i Menâf (Muğîre), Kusay, Kilab, Mürre, Kâb, Lüeyy, Galib, Fihr
(Kureyş), Mâlik, Nadr, Kinâne, Huzeyme, Müdrike (Amir), İlyas, Mudar,
Nizar, Maad, Adnan." 1
Annesinin nesebi de şöyledir: Vehb, Abdümenâf, Zühre, Kilâb, Mürre...
Görüldüğü üzere her iki tarafın nesebi Kilâb'da birleşmektedir.
İşte, Fahr-i Kâinat Efendimizin büyük dedeleri bu zâtlardı. Herbirinin
zürriyeti çoğalmış ve herbiri pekçok cemaatların reisi ve birçok kabile
ve aşîretlerin dedesi ve babası olmuşlardır.
Ancak, ne vakit birinin iki oğlu olsa veya bir kabile iki kola ayrılsa,
sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)in soyu en şerefli ve en hayırlı olan
tarafta bulunur ve her asırda onun büyük dedesi kim ise, yüzünde
parlayan müstesnâ nûrdan bilinirdi.
Yirminci Dededen Sonraki Neseb Çizgisi
Neseb âlimlerince, Peygamber Efendimizin yirminci dedesi olan Adnan'ın
Hz. İbrâhim'in neslinden olduğu ittifakla kabul edilmektedir. Adnan ile
İbrâhim (a.s.) arasında uzun bir zaman mesafesi vardır. Bir kısım neseb
âlimleri arada kırk batın (göbek) bulunduğunu belirtirler. Buna göre
aradaki zaman biriminin ne kadar uzun olduğunu az çok tasavvur etmek
mümkündür.
Bu sebeple, Resûl-i Ekrem Efendimizin yirminci dedesi Adnan'dan Hz.
İbrâhim'e kadar olan ikinci kademe neseb silsilesi, basamak basamak
tesbit edilememiştir. Bazı neseb âlimleri Peygamber Efendimizin
nesebini yedi, bazısı da dokuz göbekte Hz. İsmâil'e bağlarlar. Bu,
haliyle arada birçok basamakların atlandığını ortaya koyar.
Adnan'dan Hz. İbrâhim'e Kadar Olan Nesep Çizgisi
Bazı âlimler, Peygamber Efendimizin, Adnan'dan Hz. İbrâhim'e kadar olan ikinci kademe neseb silsilesini şöyle sıralarlar:
Adnan, Udd (veya Udad), Mukavvim, Nahur (veya Sârih), Teyrah, Ya'rub, Yeşcub, Nabit, İsmâil (a.s.), İbrâhim (a.s.)
Ayrıca, İbn-i İshâk, bundan sonra da, Resûl-i Ekrem Efendimizin neseb
silsilesini tâ Âdem'e (a.s.) kadar götürür. Ancak belirtelim ki, diğer
kaynaklar bu silsile üzerinde ittifak etmiş değillerdir.
1. Sîre, 1/1-3; Tabakât, 1/55-56; Ensâbü'l-Eşraf, 1012 vd; Taberî, 2/172-180
Kainat' ın Efendisi (ASM), Salih Suruç
Peygamberimiz’in (s.a.v.) meşhur olan dedeleri hangileridir?
Şüphesiz, Kâinâtın Efendisinin nurunu alnında bir İlâhi emânet olarak
taşıyan atalarının tamamı hakkında fazla bir bilgimiz yoktur.
Atalarından en çok bilgi sahibi olduklarımız ise, zaman bakımından en
yakın olanlarıdır. Burada onların hayat ve şahsiyetlerine kısa bir göz
atmak yerinde olacaktır.
Kusay
Peygamber Efendimizin, asıl ismi Zeyd olan dördüncü kuşaktaki dedesi
Kusay, mühim bir şahsiyetti. Kendisinin sadece Zühre adında bir erkek
kardeşi vardı.
Hz. Âdem'den beri devam edip gelen nur-u Ahmedî'yi alnında taşıma
şerefi, bu iki kardeşten Kusay'a ihsan edilmişti. Büyük oğul olduğu
için, âilenin reisliği vazifesi de kendisine verilmişti. Küçüklüğünden
beri kabiliyetiyle dikkatleri üzerinde toplayan Kusay, büyüyünce
Mekke'nin ileri gelen şahsiyetlerinden biri oldu. Teşkilâtçılığı,
idareciliği, adaletli kararları ile kısa zamanda Mekke halkı arasında
büyük bir itimad kazandı. Bu sebeple Mekke'nin idaresi ona verildi.
Mekke'yi ilk defa mahallelere o böldü; her kabileyi, kendilerine
ayırdığı mahallelere o yerleştirdi. Mekke'nin en mühim işleri onun
evinde görüşülüp karara bağlanırdı. Kâbe'nin perdedarlığı, hacıların su
ihtiyacının karşılanması, onların ağırlanması, savaşa giderken bayrak
dikme ve Mekke meclisini idare etme gibi mühim işler, ona emânet
edilmişti. Kâbe'nin karşısında ve kapısı Kâbe'ye bakan ilk ev onun için
inşâ edilmişti. Bu ev, Mekke'nin bir nevi hükümet binası veya içinde
Mekke Şehir Devletinin her türlü iş ve meselelerinin görüşüldüğü bir
parlamento idi. Kusay'ın bu konağı tarihte "Dârü'n-Nedve" ismiyle
şöhret bulmuş ve Hicretten yarım asır sonrasına kadar da muhafaza
edilmiştir.
Kusay, Mekke'de istisnasız herkes tarafından sevilir, sayılırdı.
Alnında taşıdığı Fahr-i Kâinat Efendimize ait nuru, onu bütün Mekke
halkının sevgilisi ve can dostu haline getirmişti.
Yaşlanınca, âdetleri üzere âile reisliği vazifesini en büyük oğlu
Abdüddâr'a teslim etti ve "Sevgili oğlum! Seni bu kavme reis tâyin
ediyorum" dedi.
Ne var ki, Abdüddâr, bu büyük vazifeyi yürütecek kabiliyete sahip
değildi. Hayatı boyunca da babasının yerini dolduramadı. Çünkü, Fahr-i
Kâinat Efendimizin kudsî nuru onun değil, küçük kardeşi Abd-i Menâf'ın
alnında parlıyordu. Onun da dört oğlu vardı: Hâşim, Abdüşşems, Muttalip
ve Nevfel.
Hâşim
Hâşim, Resûl-i Ekrem Efendimizin ikinci kuşaktan dedesidir.
Mekke'nin ileri gelen eşrafından olan Hâşim, ticâretle uğraşırdı.
Peygamberimiz (s.a.v.)in doğum vakti yaklaştığı için nur-u Muhammedî
onun alnında daha haşmetli bir surette parlıyordu. Ayrıca birçok üstün
faziletleri de üzerinde taşırdı.
Son derece cömertti. Bir kıtlık yılında Mekke'de ekmek bulunmaz
olmuştu. O, Şam'dan getirdiği has buğday unundan bembeyaz ekmekler
yaptırmış, bir çok develer ve koyunlar kestirmiş, ekmek, et ve etsuyu
(tirit) ile bütün Mekke halkına büyük bir ziyafet çekmişti.
Hâşim, üstün seciyeli, kabiliyetli, dirayetli, cömert, faziletli ve
herkes tarafından sevilen, sayılan yüksek bir şahsiyetin sahibi olduğu
için ismi, ailesine ve soyuna ad olmuştur. Bu sebeple Fahr-i Kâinat
Efendimizin de arasında bulundukları bu yüce soya, kendilerinden sonra
"Haşimîler" denilmiştir.
Hâşim'in dört erkek çocuğu olmuştu: Şeybe (Abdülmuttalib), Esed, Ebû Sayfî ve Nadle. 1
Hâşim'in nesli erkek çocuklarından Şeybe ile Esed'den devam etmiştir.
Şeybe, Resûl-i Ekrem Efendimizin birinci kuşaktaki dedesidir. Esed ise
Hz. Ali'nin annesi Fâtıma'nın dayısıdır.
Ne var ki, Esed sulbünden dünyaya gelen Huneyn de zürriyet
bırakmayınca, bütün Haşimîler sadece Abdülmuttaliboğulları kolundan
gelerek çoğalmış ve yeryüzüne dağılmışlardır. 2
Şeybe (Abdülmuttalib)
Peygamber Efendimizin birinci kuşaktaki dedesidir. Doğuştan ak saçlı
olduğundan kendisine "Şeybe" ismini vermişlerdi. Abdülmuttalib onun
lâkabıdır. O daha çok bu lâkabla şöhret bulmuş ve anılmıştır.
Bu lâkabı alışının hikâyesi şöyle anlatılır:
Şeybe küçüklüğünde Medine'de dayılarının yanında kalıyordu. Bir gün
mahalle arkadaşları diğer çocuklarla Medine'de bir meydanda ok atışı
yapıyorlardı. Bütün çocuklar arasında, alnında parlayan Kâinatın
Efendisine ait nur sebebiyle rahatlıkla farkediliyordu. Çocukların bu
yarışmasını seyretmek için büyüklerden bir kalabalık da orada toplanmış
bulunuyordu.
Ok atma sırası Şeybe'ye gelmişti. Okunu yayına yerleştirdi. Kendinden
emin bir tavırla yayını gerdi. Bir an nefesini kesip yayını salıverdi.
Yaydan fırlayan ok, hedefe tam isabet etmişti. Herkes hayranlık dolu
bakışlarla kendisine bakarken, o ise bu başarıdan duyduğu sevinç ve
heyecanı şu sözlerle dile getiriyordu:
"Ben, Hâşim'in oğluyum. Ben, (Bethâ) Beyinin oğluyum. Okum elbette hedefini bulur."
Seyre gelen büyükler Şeybe'nin bu övücü sözlerini duydular. Haris bin
Abd-i Menâfoğullarından biri yanına yaklaştı ve sorup sual ederek onun
Hâşim'in oğlu olduğunu öğrendi. Mekke'ye dönüşünde bu adam, durumu
amcası Muttalib'e anlattı ve böylesine kabiliyetli ve zeki bir çocuğun
yabancı ilde bırakılmasının doğru olmayacağını belirtti.
Muttalib bu haber üzerine derhal Medine'ye vardı. Şeybe'yi alarak
Mekke'ye getirdi. Muttalib terkisinde yeğeni Şeybe ile Mekke
sokaklarına girerken sordular:
"Bu çocuk kim?"
Göz değmesinden korkan Muttalib'in ağzından, "Kölemdir" sözü çıktı.
Evine gelince karısı Hâtice de kendisine aynı soruyu yöneltti. Yine cevabı "Kölemdir" oldu.
Ertesi günü amcasının kendisine aldığı güzel elbiselerle Mekke
sokaklarında dolaşmaya başlayınca, herkes onun kim olduğunu merak
etmeye ve sormaya başladı. Bilenler, "Abdülmuttalib" (Muttalib'in
kölesi)" diye cevap veriyorlardı. Her ne kadar kim olduğu sonradan
ortaya çıktıysa da, ismi, o günden sonra "Abdü'l-Muttalib" (Muttalib'in
kölesi) olarak kaldı. 3
1. Tabakat, 1/75-80
2. A.g.e., 1/79-80
3. A.g.e., 1/82-83