Hz. Peygamber (s.a.s.)'in torunları, babaları Hazreti Ali (r.a)'den
naklederek anlatıyorlar: "...Hz: Peygamber (s.a.s.) günlük zamanını üçe
taksim ediyordu Bir kısmını namaz kılmak ve Kur'an okumak gibi Allah
Teala'a ibadete ayırıyordu. Ikinci kısmını aile fertleriyle alakadar
olmaya ayırıyordu; günlük ev işlerini yapıyor, ev ihtiyaçlarından
kendisine düşenleri yerine getiriyordu. Üçüncü kısımda ise, istirahat
buyuruyordu. Ancak istirahat zamanını da ikiye böler ve bunun bir
kısmında ashabın ileri gelenlerini huzuruna kabul ederek onlara gerekli
bilgileri öğretir, onlar da huzuzurundan çıkınca öğrendiklerini ashabın
bütününe öğretirlerdi. Rasülullah (s.a.s.) kendisine yakın olmakta
ashabında mal, mülk, para, soy sop gibi şeyler aramaz daha zjyade
takvaya önem verirdi, ibadet ve taatta düşkün, güvenilir kimselere
fazlaca iltifat ederdi." İhtiyaç sahiplerinden kimileri bir, kimileri
ise iki ve daha fazla olan ihtiyaçlarını arz ederlerdi de Peygamberimiz
(s.a.s.) sonuna kadar onları bıkmadan dinler, onlarla ilgilenir ve
ihtiyaçlarının giderilmesiyle meşgul olurdu. Kendisine dünya veya
ahiretle ilgili bir soru sorulunca, soruyu soranın seviyesine uygun
davranarak onun hayrına olacak cevaplar verirdi. Soru sorana verdiği
cevapla onu hayra yöneltirdi. Huzurunda bilgi öğrenenlere 'Benden
öğrendiklerinizi burada olmayanlara öğretiniz. Erkek, kadın, köle,
cariye kim olursa olsun çeşitli sebeplerden dolayı bana gelip
ihtiyaçlarını arz edemeyen kimselerin de ihtiyaçlarını isteklerini bana
iletiniz. Muhakkak ki, ihtiyacını devlet başkanına arz etmeye gücü
yetmeyenlere yardımcı olan kimsenin, ayaklarını Cenab-ı Hak kıyamet
gününde sırat üzerinde kaydırmaz "diye tenbih ederdi. Huzurunda abes
yani faydasız söz söylenmesine müsaade etmezdi. Hz. Peygamber (s.a.s.)
dışarıda da tevazuu elden bırakmazdı. Çarşıda, pazarda, sokakta veya
herhangi yerde olursa olsun herkese güler yüzle davranır, hal hatır
sorar, tatlı dille hitap ederek, gönüllerini alırdı.. Meclisin de,
camide, cemaatte, cum'ada göremediği ashabının ahvalini derhal
soruşturur, başına bir şey gelip gelmediğini öğrenmeye çalışır,
görüşebildiklerine ise dini ****netlerini daima takviye ederek, iyilik
ve güzelliklere koşturup, çirkinliklerden uzaklaştıracak şeyler
söylerdi. Peygamberimiz (s.a.s.); oturmakta olan bir topluluğun arasına
geldi mi baş köşeye geçmek için hiç kimseye sıkıntı vermez, hemen
topluluğun en son kısmına ve boş bulduğu bir yere oturuverirdi.
Başkalarının da böyle yapmalarını isterdi. Toplantıda bulunanları,
durumlarına göre iyilikle anar ve iltifatta bulunurdu, öyle ki herkes
onun yanında en çok sevilenin kendisi olduğunu sanırdı. Huzurunda çok
oturan bir kişinin de haddi aşan bu tutumu karşısında telaş göstermeyip
sabreder ve sükunet içinde onun ihtiyacını karşılamaya çalışırdı.
Kendisinden istenilen bir şeyi, varsa verir, yoksa tatlı sözlerle o
kişinin gönlünü alıp vaat ederdi. Rasulullah(s.a.s.)'in şefkati,
merhameti, cömertliği, tevazuu herkesin malumu olmuştu. Ahaliden
herkes, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in kendisi ile alakadar olacağından
emindi. Bir hakkın tevziinde hiçbir ferdi ötekine tercih etmezdi. Hz.
Peygamber (s.a.s.)'in meclisi; ilim, haya, sabır ve emanet meclisi idi.
Orada edeple oturulurdu. Herkes birbirine saygı beslerdi. Yüksek sesle
ve edebe aykırı olarak konuşulmazdı. Orada konuşulup orada kalması
gereken bazı şeyler de dışarıya taşırılmaz ve dedikoduculuk yapılmazdı.
Orada hiç kimsenin aleyhine konuşulmaz, hiç kimse töhmet altında
tutulmazdı. Huzurunda -insanlık hali- ashabdan bazı kusurlar meydana
gelse, o kusurlar orada kalırdı, yayılmazdı. O'nun rneclisindeki
kimseler yek dil ve yek ağız kişilerdi. Yani gönüllerindeki davada
birleşmiş, konuştukları şeylerde kaynaşmış ve birliğin ahengine erişmiş
kişilerdi. O'nun topluluğunda tevazu hakimdi bunun sonucu olarak
yaşlılara hürmet beslenir, küçüklere şefkat gösterilirdi. Hep beraber
ihtiyaç sahibinin ihtiyacı ilk önce giderilmeye çalışılırdı. Yani
ihtiyaç sahipleri kendileriyle ilgilenilmek konusunda ihtiyaç sahibi
olmayanlara tercih olunurdu