En son konular | » gamestockcity (instagram) tarafından Blackdream Ptsi Kas. 28, 2022 9:01 pm
» İngilizce Öğreniyorum Ders 5 (Bahar Şahin) tarafından Blackdream Perş. Kas. 24, 2022 12:22 am
» İngilizce Öğreniyorum Ders 4 (Bahar Şahin) tarafından Blackdream Perş. Kas. 24, 2022 12:20 am
» İngilizce Öğreniyorum Ders 3 (Bahar Şahin) tarafından Blackdream Perş. Kas. 24, 2022 12:17 am
» İngilizce Öğreniyorum Ders 2 (Bahar Şahin) tarafından Blackdream Perş. Kas. 24, 2022 12:14 am
» İngilizce Öğreniyorum Ders 1 (Bahar Şahin) tarafından Blackdream Perş. Kas. 24, 2022 12:12 am
» P1-P2 Kardeşlik Hesabi Anlatim tarafından Blackdream Paz Kas. 20, 2022 12:28 pm
» Oyuncu isimleri paylaşım alani tarafından Blackdream Paz Kas. 20, 2022 11:58 am
» PES 2015 SATİLİK VEYA TAKASLİK (100 TL) tarafından Blackdream Paz Kas. 20, 2022 11:47 am
» GAMEPASS 3 YILLIK ALMA TAKTİĞİ tarafından Blackdream C.tesi Kas. 12, 2022 11:01 pm
|
Kimler hatta? | Toplam 25 kullanıcı online :: 0 Kayıtlı, 0 Gizli ve 25 Misafir :: 1 Arama motorları Yok Sitede bugüne kadar en çok 262 kişi Perş. Mart 29, 2018 2:45 pm tarihinde online oldu. |
| | Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) | |
| | |
Yazar | Mesaj |
---|
Blackdream Yönetici
Zodyak : Mesaj Sayısı : 56296 Yaş : 35 Nereden : Bursa İş : Makine Teknikeri Kayıt tarihi : 24/01/08 Rep Puanı : 28 Rep Puanı : 232054
| Konu: Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) Ptsi Tem. 21, 2008 11:47 pm | |
| Konunun ilk mesajı :
I-Peygamberlikten Önceki Hayatı
HZ. MUHAMMED (S.A.S)'İN ÇOCUKLUK DÖNEMİ
1- DOĞUMU:
Hz. Muhammed (s.a.s.) Milâddan sonra 571 senesi, Fil Yılı'nda, 12 Rebiülevvel (20 Nisan) pazartesi gecesi sabaha karşı, Mekke'nin doğusunda bulunan "Hâşimoğulları Mahallesi"nde, babasından kendisine mirâs kalan evde doğdu. Arapların takvim başı olarak kullandıkları "Fil Vak'ası", Peygamberimiz (s.a.s.)'in doğumundan 52 gün kadar önce olmuştu.
Abdülmuttalib, torununun doğumu şerefine verdiği ziyâfette çocuğun adını soranlara:
"Muhammed adını verdim. Dilerim ki, gökte Hakk, yeryüzünde halk, O'nu hayırla yâdetsinler..." cevâbını verdi. Annesi de "Ahmed" dedi. (Muhammed, üstünlük ve meziyetleri anılarak çok çok övülüp senâ edilen; Ahmed de Cenab-ı Hakk'ı yüce sıfatları ile öven, hamdeden kimse demektir. ıslâm târihçileri, Peygamberimiz (s.a.s.)'in doğduğu gece bir takım olağanüstü olayların meydana geldiğini naklederler. O gece İran Kisrâsı (Hükümdarı)'nın Medâyin şehrindeki sarayının 14 sütûnu yıkılmış, mecûsîlerin İran'da Istahrâbat şehrinde bin yıldan beri yanmakta olan "ateşgede"leri sönmüş, Sâve (Taberiyye) gölü yere batmış, bin yıldan beri kurumuş olan Semâve deresi'nin suları taşmış, mecûsîlerin büyük bilgini Mûdibân korkunç bir rüya görmüş, Kâbe'deki putların yüz üstü devrildikleri görülmüştü. Gerçekten O'nun doğması ile bütün dünyada hüküm sürmekte olan cehâlet ve küfür ateşi sönmüş, putperestlik yıkılmış, zulmün baskısı son bulmuştur.
| |
| | |
Yazar | Mesaj |
---|
Blackdream Yönetici
Zodyak : Mesaj Sayısı : 56296 Yaş : 35 Nereden : Bursa İş : Makine Teknikeri Kayıt tarihi : 24/01/08 Rep Puanı : 28 Rep Puanı : 232054
| Konu: Geri: Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) Salı Tem. 22, 2008 12:04 am | |
|
Tayy Kabilesi Puthanesinin Yıktırılması:
Tayy Kabilesi, fevkalâde cömertliği dillere destan olan meşhur Hâtem-i Tai'nin kabilesi idi. Yemen'de otururlardı. Hicretin sekizinci senesinde Arabistan'ın her tarafı putlardan temizlenip, puthaneler yıktırılırken, bu kabilenin puthaneleri henüz duruyor ve Füls (Fels) adındaki putları da yıktırılmamış bulunuyordu.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hicretin bu dokuzuncu yılı, Rebiülâhir ayında Hz. Ali'yi Ensarın ileri gelenlerinden yüz elli kişilik bir kuvvetle Füls'ü yıkmaya gönderdi. Hz. Ali, emrindeki mücahidlerle Tayy Kabilesi yurduna vardı. Tayyoğulları mücahidlere karşı koydular. Çarpışma meydana geldi. Düşman bir çok kayıp verdi. Müslümanlar çarpışmadan galip çıktılar ve bir çok esirle, bol miktarda ganimet malları elde ettiler. Bu arada, Tayyoğulları puthanesi de bir daha onarılmayacak bir şekilde mücahidler tarafından yıkıldı. Putları Füls ise parçalanarak yakıldı.
Kabile reisi Adiyy bin Hatem, henüz Hz. Ali gelmeden durumu haber almış ve Suriye tarafına kaçmıştı. Bu sebeple de ele geçirilememişti. Ancak esirler arasında Hatem-i Tâi'nin Seffâne adındaki kızı vardı.
Seffâne'nin İsteği:
Hz. Ali memur olduğu vazifeyi yerine getirdikten sonra esirler ve ganimet mallarıyla birlikte Medine'ye döndü.Esirler arasında bulunan Seffâne, Mescid-i Nebevînin kapısında bir odaya konuldu. Oldukça zeki, ağır başlı bir kadındı.
Günün birinde Resûl-i Ekrem bu odanın yanından geçerken, Seffâne ayağa kalkarak şöyle dedi:
"Yâ Resûlallah! Babam dünyadan göçmüş, kardeşim ise kaçmış bulunuyor. Kurtulmak için verecek bir şeyim yok. Hürriyete kavuşmam için yüksek affına, merhamet ve şefkatına sığınıyorum."
Resûl-i Ekrem, kim olduğunu sorunca, Seffine kendisini şöyle tanım:
"Yâ Resûlallah!"Ben, âileleri koruyan, esirlerin esaret bağlarını çözen, açları doyuran, çıplakları giydiren, misafirleri ağırlayan, yemekler yediren, selâmlaşmayı yayan Hâtem-i Tâî'nin kızıyım."
Seffâne'nin kendisini böyle tanıtmasından memnun olan Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu:
"Ey kadın! Bu saydıkların gerçekten mü'minlerin sıfadandır. Keşke baban Müslüman olsaydı da, onu rahmetle ansaydık."
Bu sözleriyle Peygamber Efendimiz mühim bir gerçeği ortaya koyuyordu. Her kâfirin her vasfının kâfir olması gerekmediği gerçeğini. Evet, Hâtem-i Tâî Müslüman değildi ve Müslüman olmadan da ölmüştü. Ama yukarıda zikredilen sıfatları Müslüman sıfatıydı. Resûl-i Ekrem de bu sözleriyle Hatem'in bu Müslümanca sıfatlarını takdirle karşılıyordu. Bunu takdir etmekle kalmayıp Seffâne'yi de serbest bırakarak hürriyetine kavuşturdu. Lâyık olandan şefkat ve merhametini, af ve safhını asla esirgemeyen Resûl-i Kibriyâ bununla da kalmadı. Seffine'ye bol bol ikramda da bulundu. Ona elbise ve yol harçlığı vererek, güvenilir bir kafile ile de Şam'a, kardeşinin yanına gönderdi.
Doğruca Şam'a varan Seffine derhal kardeşini buldu. Peygamberimizden gördüğü insanî muameleyi anlattı. Kızkardeşine yapılan bu şefkatli muamele, Adiyy'in mânâ âleminde dalgalanma meydana getirdi ve "Bu zât hakkındaki fikrin nedir?" diye sordu.
Fahri Âlemin mübârek simalarını bir kerecik gören ve onun bir tek insanî muamelesine mazhar olan Seffâne(Üsdü'l-Gâbe adlı eserde Seffâne'nin Müslüman olduğunu ve güzel amellerle İslâmiyetini geliştirdiğini kaydeder. Tereddüt etmeden, "Bana sorarsan" dedi, "hemen gidip ona tâbi olmanı tavsiye ederim."
Adiyy, bir müddet düşünceye dalınca, kızkardeşi buna hiç gerek olmadığını şu sözleriyle belirtti:
"Neden düşünüp duruyorsun? Eğer peygamberse, ona bir an evvel tâbi olur, büyük hayır ve fazilete erersin. Yok eğer hükümdar ise hiç bir şey kaybetmezsin. Yemen'deki saltanatın yine elinde kalır. Üstelik hor ve hakir de görülmezsin!"
Adiyy, kızkardeşinin tavsiyesini uygun buldu. Derhal Medine'ye gelerek Peygamber Efendimizin huzuruna çıktı.Babası gibi meşhur olan bu zâtı, Hz. Resûlullah evinde ağırlayıp, misafir etmek istiyordu. Mescid'den çıkıp Hâne-i Saadetlerine doğru beraber yürüdüler. Bu sırada önlerine bir kadın çıktı. Kadın, ihtiyacı için uzun uzadıya konuştu. Hz. Resûlullah, sabırsızlık göstermeden ve rahatsızlık duymadan onu dinliyordu.
İhtiyar kadına karşı Peygamber Efendimizin (a.s.m.) bu güzel muâmelesi ve nezâketini müşâhede eden Adiyy, yalnız kendisine işittirmek istiyormuşcasına mırıldandı:
"Vallahi, o bir hükümdar değildir!"
Kala kala ikinci ihtimal kalmıştı: "Öyle ise peygamberdir" ihtimâli beraberce Hâne-i Saadete vardılar. Efendimiz, Adiyy'i deriden bir şiltenin üzerine oturtmak istedi. Ancak o, buna razı olmadı. Oraya oturmağa kendisinin lâyık olduğunu söyledi. Fakat, Peygamberimiz oturmadı ve yine onun oturması için ısrar etti. Bu ısrar üzerine Adiyy deriden şiltenin üzerine geçip oturdu. Hz. Resûlullah ise, bu değerli misafiri karşısında çıplak yerde oturdu.
Efendimizin tevazuunu ve misafire karşı gösterdiği alâka ve nezaketini ortaya koyan bu davranışı Adiyy'in gönlünü biraz daha yumuşattı ve îmâna bir nebze daha yaklaştırdı. Bundan sonra Hz. Resûlullah, onu Müslüman olmaya davet etti. Bu dâvetini üç defa tekrarladı. Ne var ki Adiyy, bu dâvete o anda müsbet cevap vermekten kaçındı:
"Ben" dedi, "Hıristiyanım!"
Bunun üzerine Kâinatın Efendisi şöyle konuştu:
"Ey Adiyy! Belki de, 'Onun dinine insanların zâif, fakir ve güçsüzleri giriyor' diye söylenmiş olmasından dolayı İslâma girmekten geri duruyorsun. Vallahi, öyle bir gün gelecek ki, o Müslümanlar, bol servete kavuşacaklar, hattâ mala talib olacak kimse bile bulamayacaklardır. Yine Müslümanlar az, düşmanları çok diye düşünmüş olabilir ve bunun için de Müslüman olmaktan çekiniyor olabilirsin!
Sen Hîre'yi bilir misin? İşte bu din, öylesine bir emniyet, bir asayiş temin edecek ki, bir kadın tek başına Allah korkusundan başka hiç bir korku duymayarak Hire'den kalkıp Kâbe'yi tavaf etmeye gidecektir!''
Bu konuşma, Adiyy'in gönül kapısını İslâma açtı ve orada Müslüman olmakla şereflendi.
Ashabı Kirâmın büyüklerinden olan Adiyy bin Hâtem işte bu zâttır.
| |
| | | Blackdream Yönetici
Zodyak : Mesaj Sayısı : 56296 Yaş : 35 Nereden : Bursa İş : Makine Teknikeri Kayıt tarihi : 24/01/08 Rep Puanı : 28 Rep Puanı : 232054
| Konu: Geri: Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) Salı Tem. 22, 2008 12:04 am | |
|
PEYGAMBERİMİZİN NECÂŞİNİN CENAZE NAMAZINI KILMASI
Hicretin 9. senesi, Recep ayından bir gündü.Hz. Resûlullahın etrafında birçok Sahabî vardı.
Bu sırada, "Bugün sizin salih bir kardeşiniz vefat etti. Kalkın onun namazını kılın!" buyurdu.
Sahabîler derhal hazırlandılar ve Hz. Resûlullahın arkasında saf bağlayarak "salih kardeşleri" üzerinde gâib namazı kıldılar. Namazdan sonra Resûl-i Ekrem, "Kardeşiniz Necaşî Ashame için Allah'tan mağfiret taleb ettik." buyurdu.
Bunun üzerine Sahabîler "salih kardeşlerinin" Habeş hükümdarı Ashame olduğunu öğrenmiş oluyorlardı. Medine'ye yaklaşık bir hafta sonra gelen haber; Habeş Hükümdarının aynı günde vefat ettiğini bildiriyordu.
Habeş Necaşîsi Ashame, Hz. Resûlullah tarafından bir mektupla Hicretin yedinci senesinde İslâma dâvet edilmiş ve derhal Müslüman olmuştu. Müslüman elçiye de, "Keşke şu saltanata bedel Muhammed-i Arabinin (a.s.m.) hizmetkârı olsaydım. O hizmetkârlık, saltanattan çok daha üstündür" demişti.
| |
| | | Blackdream Yönetici
Zodyak : Mesaj Sayısı : 56296 Yaş : 35 Nereden : Bursa İş : Makine Teknikeri Kayıt tarihi : 24/01/08 Rep Puanı : 28 Rep Puanı : 232054
| Konu: Geri: Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) Salı Tem. 22, 2008 12:04 am | |
| ARTIK kâinat garip değil. Dünyada yetim ağlayışları, mazlum hıçkırışları işitilmiyor. Çünkü tenlere can, canlara canan geldi. Hepsi sahibini buldu, hepsi ruhunu buldu, hepsi de ''Muhammedim'' diye kucağına atılacak bir sevgili buldu.
Bu güneş, O'nun doğuşunu gördü. Bu yıldızlar, O'nun başı üzerinde dolaştı. Bu dünya, O'na beşiklik etti.
Ama o güneşin ve o yıldızların altında, o mavi dünyanın üzerinde, hepsinden daha talihli biri var.
O benim !
Çünkü ben onun ümmetiyim !
Sıkıntıya düştüğümde, bilirim ki O'na pek ağır gelir. Hastalandığımda, O yanı başımda, derdimde O benimledir. O benimle üzülür, benimle sevinir. Selâm gönderdiğimde, selâmımı alır. Duasına âmin, dediğimde O beni bilir.
Çünkü ben, O'nun ümmetiyim !
Her peygamberin bir duası vardı; O, duasını benim için sakladı. Eğer mahşerde bütün ümmeti kurtulup da tek ben sıkıntıda kalacak olsam, bilirim ki, O beni elimden tutup kurtarmadıkça, Cennete adım atmaz! Havuzdan bir yudum içmez.
Çünkü boğazından geçmez.
Çünkü ben O'nun ümmetiyim !
O'NUN ÜMMETİ olana, herşey dost olur. Çünkü herşey, O'nun dostu ve müştakıdır. O'nun dostlarıyla dolu bir dünya, O'nun ümmetine bir Cennet olur.
İşte güvercinler, işte örümcekler...
Hani dedeleri Hirâ Mağarasında O'nu beklemişlerdi. Ne zaman bir güvercine yem versem, bir Peygamber dostuna ikramda bulunmanın hazzını yaşarım. Ne zaman bir örümcek bulsam evimde, bir Peygamber yadigârını bana misafir gönderene hamd ederim. ''Böyle dostluğun firakı yok, hep visaldir.'' Nerede olsam, O'ndan ne hâtıra bulsam, bilirim ki, O benimledir.
O'nu gören güneşe ve yüzündeki tebessümüne merhaba! O'nu parmak izini taşıyan aya ve nuruna merhaba! Sabaha ve ışığına, geceye ve âyetlerine merhaba! Gökkubbeye ve ışıl ışıl kandillerine merhaba! O'nu bağrında büyüten dünyaya ve içindekilere merhaba! Meleklere merhaba, cinlere merhaba! O'nun ümmetinden bir vücudun parçası olabilmek için, ellerini uzatıp bana meyvelerini sunan ağaçlara merhaba! Benim için süslenen çiçeklere merhaba! Dalgalarıyla O'na selâm gönderdiğim denizlere merhaba! Cıvıldaşan kuşlara ve gürleyen göklere merhaba! O'nu bekleyen güvercine, örümceğe ve torunlarına merhaba! Ayağı altında konuşan dağlara ve avucunun içinde tesbih eden taşlara merhaba! Milyon dillerle bana Rabbimi tanıtan, bütün varlıklara tek tek ve hep beraber merhaba! Hayata merhaba, ölüme merhaba, haşre merhaba! Âyetü'l Kübrâ'ya ve seyyahına merhaba!
Biz dostuz ve kardeşiz. Münkirlerin dünyasındaki yabancılıklar ve düşmanlıklar yok bizim dünyamızda. Çünkü O geldi ve bizi Allah'ın kulluğunda birleştirdi.
O'nunla mesut olan, asra merhaba! O asır semâsında doğan yıldızlara, merhaba! O yıldızlarla yolunu bulanlara merhaba!
Yirminci yüzyılın fetret geceleri artık bizi ürkütmüyor.
Ol taze güneş, ülkeye serptikçe ışıklar;
Hep şâd olacak, şevk bulacak kalbi kırıklar...
| |
| | | Blackdream Yönetici
Zodyak : Mesaj Sayısı : 56296 Yaş : 35 Nereden : Bursa İş : Makine Teknikeri Kayıt tarihi : 24/01/08 Rep Puanı : 28 Rep Puanı : 232054
| Konu: Geri: Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) Salı Tem. 22, 2008 12:04 am | |
|
PEYGAMBERİMİZİN, BİR AY HANIMLARINDAN UZAK KALMASI
Hicretin dokuzuncu senesinde, İslâm nûru bütün haşmetiyle Arabistan Yarımadasını kucaklamıştı. Hz. Resûlullahın elinde artık bir çok maddî imkânlar vardı. İslâm Devletinin serveti çoğalmış, Müslümanların maddî durumları oldukça düzelmişti.
Her türlü imkâna kavuşmuş olmasına rağmen Hz. Resûlullah, sade hayatından ayrılmıyor, mütevazi yaşayışına devam ediyor, lüks ve debdebeye iltifat etmiyordu. Fakat, Ezvâc-ı Tâhirat, kadınlığın fıtratında bulunan ziynet ve dünya malına karşı meyil saikiyle dünyanın refah ve bolluğundan, giyim kuşam ve ziynetinden, bol nimetler içinde yaşamaktan nasiplerini almak istiyorlardı. Bunun için de zaman zaman Peygamberimizin etrafında toplanarak, "Bizler de başka kadınların istedikleri ziynetleri isteriz" derlerdi.Sonra da herbiri bir takım şeyler isterdi. Fakat, Peygamber Efendimiz, kendisi sâde yaşadığı gibi hanımlarının da sâde bir hayat sürmelerini ve buna rıza göstermelerini arzu ediyordu. Bunun için de isteklerine müsbet cevap vermiyordu. Ayrıca Ezvâc-ı Tâhiratın bu tarz isteklerde bulunmasından da mübârek gönülleri rahatsızlık duyuyordu.
Efendimizin mutad bir âdeti vardı: Her ikindi namazından sonra hanımlarını dolaşır, onların hal ve hatırlarını sorar, ihtiyaçlarını tesbit ederdi. Akşam da sıra hangi hanımında ise, o hanımının odasında diğer bütün hanımları da toplanır, sohbet ederlerdi. Sonrada herkes kendi hücresine çekilirdi
Bu mutad ziyaretlerinde Evzâc-ı Tâhiratın her biri de yanlarında bulunanlardan kendilerine ikram ederlerdi. Günün birinde Hz. Zeyneb binti Cahş Validemize bir tulum bal hediye getirmişti. Hz. Zeyneb de her gelişinde Resûl-i Ekreme çok sevdiği baldan şerbet yaparak ikramda bulunurdu. Bu sebeple o, Hz. Zeyneb'in yanında her zamankinden fazla kalırdı.
Bu durum Hz. Âişe'nin nazarından kaçmadı. Sebebini merak etmeye başladı. Bir ara cariyesi vasıtasıyla bu fazla duruşun sebebinin ikram edilen bal şerbeti olduğunu öğrendi. Hz. Âişe ile Hz. Zeyneb arasında her nedense bir rekabet vardı. Hattâ bu yüzden Peygamberimizin pâk zevceleri iki gruba ayrılmışlardı. Hz. Sevde, Hz. Safiyye ve Hz. Hafsa Hz. Âişe'nin tarafını, Ümmü Seleme ile Ümmü Habibe, Meymune ve Cüveyriye (r.a.) ise Hz. Zeyneb binti Cahş'ın grubunu teşkil ediyorlardı.
Resûl-i Ekremin, Hz. Zeyneb'in odasında fazla kalmasından müteessir olan Hz. Âişe gayrete geldi.
Taraftan olan diğer hanımları toplayarak kendilerine şu talimatı verdi:
"Resûlullah hangimizin yanına gelirse, kendisine şöyle soracağız: 'Yâ Resûlallah! Megafır mi yediniz?'
Resûlullah, 'Hayır' diyecektir. Biz de o zaman, 'O halde bu koku ne' diye soracağız. Tabiî ki o, 'Zeynep bana bal şerbeti içirmişti' cevabında bulunacaktır. O zaman da biz, 'Demek o balın arısı urfut ağacından yayılmış, bal toplamış' deriz."
Megafir, 'mağfur'un çoğuludur. Mağfur, fenâ kokulu urfut ağacının yapışkan, tatlı, fakat fena kokulu bir zamkıdır. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bu kokudan fazlasıyla rahatsız olurdu. Hz. Âişe bunu bildiği için bu tarz bir talimatta bulunmuştu.
Kâinatın Efendisi, âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz bir gün Hz. Hafsa'nın odasına girerken, "Yâ Resûlallah! Megafir mi yediniz?" sorusuyla karşılaştı. Peygamber Efendimiz, "Hayır!" dedi. Hz. Hafsa, "O halde bu koku ne?" diye sordu. Peygamber Efendimiz, "Zeynep binti Cahş'ın evinde bal şerbeti içmiştim" buyurdu. Hz. Hafsa, "Demek ki, o balın arısı Urfut ağacından yayılmış, bal toplamış" dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz, "Onu bir daha içmem" diyerek yemin etti.
Sonra da, "İşte, yemin ettim. Sakın bunu başka bir kimseye duyurma" buyurdu.
Böylece Peygamber Efendimiz sırf "hanımlarını memnun etmek ve aralarındaki iki hizb halinde hissolunan fitrî kadınlık gayret ve kıskançlığının aile nizamı üzerinde aksi tesir icrasından çekinmek maksadına mebnî olarak kendisine helâl bir gıda olan baldan faydalanmamaya yemin etmiş oluyordu.
Bunu verdiği bir kaç sır ile birlikte gizli tutmasını Hz. Hafsa'ya sıkı sıkıya tembih eyledi. Hattâ ondan bu hususta söz aldı. Peygamberimizin baldan istifade etmemeye yemin etmesi üzerine şu âyet-i kerime nâzil oldu: "Ey Peygamber! Niçin hanımlarının hoşnutluğunu arayıp da Allah'ın helâl kıldığı şeyi kendine yasaklıyorsun? Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir."
Hz. Hafsa, Resûl-i Ekremin bu sırlarını gizleyemedi. Çok geçmeden anlaştıkları Hz. Âişe'ye duyurdu. Duruma bundan sonra diğer hanımları da muttali' oldu. Mahremiyetinin muhafazasını istediği vakıânın ifşâ edildiğini Cenâb-ı Hak, Resûlüne vahiy ile bildirdi:
"Hani Peygamber, hanımlarından birine gizlice bir söz söylemişti. Hanımı bu sözü açığa vurunca Allah da peygamberine sırrının açıklandığını bildirdi. Sonra Peygamber o hanımına, açığa vurmuş olduğu şeyin bir kısmını bildirdi, bir kısmını da yüzüne vurmadı. Ona durumu böylece anlatınca, hanımı 'Bunu sana kim bildirdi?' diye sordu Peygamber de 'Herşeyi hakkıyla bilen ve herşeyden hakkıyla haberdar olan Allah bildirdi' diye cevap verdi."
Bunun üzerine Hz. Resûlullah, Hz. Hafsa'ya serzenişte bulundu. Sonra da Ezvâc-ı Tâhirattan bazıları dünya hayatının ziynet ve refahı ile ilgili bazı istek ve tekliflerde bulundular. Peygamberimiz hem bu duruma üzüldü, hem de hanımlarının birbirlerini kıskanmalarından fazlasıyla rahatsız oldu. Bunun üzerine, dünya hayatının nazarındaki ehemmiyetsizliğini anlatmak, hanımlarına bir ders vermek, aynı zamanda aralarındaki kıskançlık ve çekememezliğe bir derece mani olabilmek düşüncesiyle ve neticede onların zâtına besledikleri muhabbet ve sadakâtlarını ölçmek maksadıyla onlardan bir ay uzak durmak üzere yemin etti. Bu yeminden sonrada, Meşrebe diye anılan çardakta tek başına yatıp kalkmaya başladı.
İşte bu hadiseye İ'lâ Hadisesi denir. İ'lâ'nın lûgat mânâsı "mutlak yemin" dir. Fıkıh dilinde ise, erkeğin cinsî muamelede bulunmamak üzere hanımına yaklaşmamaya yemin etmesi demektir.
Ashabı Kiramın Telâşı:
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) Meşrebe'de yalnız başına kaldığını duyan Sahabîler, "Hanımlarını boşamıştır" düşüncesiyle telâşlandılar.
Hz. Ömer, bu telâşını şöyle anlatır:
- "Medine'nin Avâli semtinde oturuyordum. Ensardan bir komşum vardı. İkimiz birer gün arayla Resûlullahı ziyaret ederdik. Ben inersem, o gün vahiy ve saireye dair ne duyarsam haberini komşuma getirirdim.
O indiği zaman da aynı şeyi yapardı.
- "Sıra komşumda idi. Gecenin bir kısmı geçmişti. Gelerek kapıyı şiddetle çaldı.
Telâşla açtım:
- "Ne var?'' diye sordum.
- "Büyük bir felâket' dedi.
- "Ne oldu?' dedim, 'Gassanîler Medine'ye hücuma mı geçtiler?
- "Hayır,' dedi, 'daha fena bir şey oldu. Resûlullah, zevcelerini boşamış!
"Bunun üzerine sabah namazını kıldıktan sonra, giyinip kuşandım ve Medine'ye indim. Hafsa'nın yanına vardım. Ağlıyordu. 'Ne diye ağlıyorsun?' dedim. 'Ben, seni Resûlullaha karşılık vermekten, kendisinden bir şey istemekten sakındırmamış mıydım?'
Sonra sordum:
- ''Allah Resûlü sizleri boşadı mı?
- "Bilmiyorum' dedi.
- "Resûlullah şimdi nerede?' diye sordum.
- "Şuradaki Meşrebe'de. İnzivaya çekilmiş' dedi.
- "Kalktım, Resûlullahın bulunduğu yere yaklaştım.
Kapıda hizmetçisi Rebâh vardı. 'Ey Rebah' dedim, Resûlullahın yanına girmem için izin iste. "Rebâh içeri girip çıktı: 'Arzunuzu arz ettim. Sustu, bir şey söylemedi' dedi. "Dönüp Mescide gittim. Ashab-ı Kiramdan bazıları minberin etrafında üzgün üzgün oturuyorlardı. Bazısı ise ağlıyordu. Ben de biraz oturdum. Fakat, canımın sıkıntısı bir türlü geçmiyordu. Resûlullahın odasına tekrar yaklaştım. Rebâh'a 'Ömer'in içeri girmesi için izin iste' dedim. "Köle içeri girip çıktı, 'Seni kendisine söyledim. Sustu, bir şey söylemedi' dedi. "Tekrar mescide döndüm. Minberin yanında bir müddet oturdum. Endişe ve üzüntümden bir türlü kurtulamıyordum. "Yine Resûlullahın bulunduğu odaya yaklaştım. Sesimi yükselterek, 'Ey Rebâh' dedim, 'ben Resûlullahı görmek istiyorum. Müsaade iste. Şayet Resûlullah benim Hafsa lehinde tavassutta bulunacağımı zannediyorsa, yemin olsun ki, eğer Resûlullah emrederse onun boynunu uçururum.'Rebâh içeri girdi. Çıkınca, 'Kendilerine söyledim. Sustu, bir şey söylemedi' dedi.
"Bunun üzerine dönüp giderken, kölenin ikinci sesini işittim: 'Gir, artık sana izin verdi!' "İçeri girdim, Allah Resûlüne selâm verdim. Hasırdan örtülü bir yatak üzerinde idi. Hasır derisinin üzerinde izler bırakmış, çizgiler belli oluyordu. Etrafıma bakındım. Bir yanda bir avuç arpa, diğer yanda asılı bir post gördüm. Gözlerim yaşardı. Resûlullah, 'Niçin ağlıyorsun?' diye sordu. 'Yâ Resûlallah! Nasıl ağlamayayım ki? Kisrâlar, Kayserler dünyanın zevk ü sefasını sürerken, siz Allah'ın en sevgili kulu olduğunuz halde bu basit şartlar içinde yaşıyorsunuz!' "Resûlullah, 'Ey Hattab'ın oğlu Ömer!' dedi. 'Dünya nimeti onların, âhiret saadeti de bizim olmasına râzı değil misin?' "Sonra, 'Yâ Resûlallah! Hanımlarını boşadın mı?' diye sordum. "Mübarek başlarını bana doğru kaldırarak, 'Hayır' buyurdular.
"Bu cevap karşısında birden bire 'Allahü Ekber' dedim.
Sonra da, 'Bütün Ashab keder içindeler. Gidip kendilerine hakikatı söyleyeyim mi?' dedim.
"Resûlullah, 'Olur' dedi ve yüzünden üzüntüsü dağılıncaya kadar konuştu. Nihayet şenlendi ve gülmeye başladı. "Bunun üzerine çıkıp mescidin kapısına dikildim ve yüksek sesle bağırdım, 'Resûlullah, hanımlarını boşamamıştır."
Resûlullahın Meşrebe'den Ayrılışı:
Bir ay dolunca Resûlullah, inzivadan çıkarak hanımlarıyla görüşmeye başladı.
Bu sırada şu âyet-i kerime nâzil oldu:
"Ey Peygamber, hanımlarına de ki: 'Eğer dünya hayatını ve zevkini istiyorsanız, gelin boşanma bedelinizi verip sizi güzellikte serbest bırakayım.'
"'Eğer Allah'ı, Resûlünü ve âhiret yurdunu istiyorsanız, şüphesiz ki sizden iyilik yapan ve iyi kullukta bulunanlar için Allah pek büyük bir mükâfat hazırlamıştır." Buna göre, Resûl-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.), hanımlarını, dünya ve dünya zîneti ile Allah ve Resûlünü tercihte serbest bırakmaya memur edilmiş oluyordu. Âyet, nâzil olduğu sırada Efendimiz hanımlarından Hz. Âişe'nin yanında idi. İlk önce meseleyi ona açtı. Hattâ bu konuda babasına anasına danışabileceğini de beyân etti.
Hz. Âişe derhal cevabını verdi:
"Ben, bu hususta mı anneme babama danışacağım! Ben elbette ki, Allah'ı, Resûlünü ve âhiret yurdunu tercih ediyorum!"
Peygamber Efendimiz bu cevaba gülümsedi.
Diğer Ezvâc-ı Tahirât da aynı şekilde Allah ve Resûlünün rızasını ve âhiret yurdunu, dünya ve zînetine tercih ettiler. Böylece Fahr-i Kâinat Efendimize muhabbet ve sadakâtlarını ispatlamış oldular.
Benî Beliy Heyetinin Müslüman Oluşu:
Hicretin 9. senesi, Rebiülevvel ayı. Bu tarihte, Benî Beliy Kabilesinden bir heyet Medine'ye geldi. Peygamber Efendimizle görüşüp huzurda Müslüman oldular.(İbni Sa'd, Tabakât, 1:330)
Heyetin büyüğü Ebüddabib bu arada Peygamber Efendimize bazı sorular sordu."Yâ Resûlallah" dedi, 'ben, misafirleri ağırlamayı seven biriyim. Bundan dolayı bana âhirette bir sevap var mıdır?"
Resûl-i Ekrem Efendimiz, "Evet, zengine olsun fakire olsun, yapacağın her iyilik sadakadır"(Uyunü'l-Eser, 2:252) buyurdu.
Bu cevaptan memnun olan Ebüddabib bu sefer, "Yâ Resûlallah! Misafirliğin müddeti ne kadardır?" diye sordu. Resûl-i Ekrem Efendimiz, "Üç gündür. Bundan sonra oturmak misafir için uygun olmaz" buyurdu. (Uyunü'l-Eser, 2:252)
Peygamber Efendimiz, bu hadisleriyle misafirliğin hududunu çizmiştir. Mü'min, misafir mü'min kardeşini üç gün yedirip içirip, barındırmakla vazifelidir. Üç günü geçtikten sonra bu mükellefiyet üzerinden düşer. Bundan sonra onu ağırlayıp ağırlamamakta serbesttir.
Beliy Heyeti, üç gün kaldıktan sonra Resûl-i Ekrem Efendimizin verdiği hediyelerle yurtlarına döndüler.(İbni Sa'd, Tabakât, 1:330.)
| |
| | | Blackdream Yönetici
Zodyak : Mesaj Sayısı : 56296 Yaş : 35 Nereden : Bursa İş : Makine Teknikeri Kayıt tarihi : 24/01/08 Rep Puanı : 28 Rep Puanı : 232054
| Konu: Geri: Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) Salı Tem. 22, 2008 12:05 am | |
| | |
| | | suu Yönetici
Zodyak : Mesaj Sayısı : 3915 Yaş : 42 Nereden : germany İş : evde:)) Kayıt tarihi : 10/05/08 Rep Puanı : 3 Rep Puanı : 427
| Konu: Geri: Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) C.tesi Tem. 26, 2008 5:29 pm | |
| allah razi olsun cok güzel bir anlatim cok tsk | |
| | | Blackdream Yönetici
Zodyak : Mesaj Sayısı : 56296 Yaş : 35 Nereden : Bursa İş : Makine Teknikeri Kayıt tarihi : 24/01/08 Rep Puanı : 28 Rep Puanı : 232054
| Konu: Geri: Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) C.tesi Tem. 26, 2008 6:59 pm | |
| tşkrlr bayabi geniş kapsamlı anlatılmış | |
| | | suu Yönetici
Zodyak : Mesaj Sayısı : 3915 Yaş : 42 Nereden : germany İş : evde:)) Kayıt tarihi : 10/05/08 Rep Puanı : 3 Rep Puanı : 427
| Konu: Geri: Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) C.tesi Tem. 26, 2008 10:43 pm | |
| evet cok güzel hemde ama deger okumaya cogunu okumadim yarisni yarinisida okuyacam kesinlikle | |
| | | | Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |